Cahil kalmak zor zanaat
Yüzlerce yıl insanlık adına en ufak bir gelişme göstermeden cahil kalmak zoru başarmak değil de ne? Aya çıkmak cahil kalmaktan daha kolay olsa gerek günümüzde. Zoru başarıp cehaleti her şeyini vererek koruyan ve koruyacak olan küçümsenemeyecek bir kitle var. Kana susamış bir kitle...
En korkulacak insan modelini oluşturan bu kitle, cahil sıfatına eriştiği konumda, fikir yürüttüğü konuyla ilgili olarak dünyadan habersizdir. Bir şey bilmediğini de bilmediği için her şeyi yapma ve söyleme gücüne ve hakkına sahip olduğunu zanneder. Ve bu cahil kitle toplu olarak yönlendirildiğinde..., dünya tarihi bu örnekler ile dolu.
Bilgi edinip sorgulamakta, bilgiye sırtını dönüp dayatılanlar ile yürümekte bir seçim. Neyi seçersen o dur. Bu yüzden cahil insanlara acımak ciddi bir yanlıştır. Sen bilgi peşinde koşarken o ne peşinde koşuyordu bir düşünmen lazım. Cahil toplum istediklerini açıkça ifade etme cesaretini gösteren devlet büyükleri yine eğitimli insanları baş belası olarak görüyor. Sistemin kanlı parçası olan bu büyükler her zaman söylediğim gibi köle toplumu idealleştiriyorlar ve yolda inanılmaz bir çaba harcıyorlar. Bu yüzden ne cehaletin başlarına nede cahillerin en iyisine bile acımam, ardımda bıraktığım yıllardan bana kalan bu.
Cahil inanmış ve adanmıştır, sorgulamaz, kurşun askerden daha hallicedir. Sorun inandığı yalanlardır ama hepsi onun için doğrudur. İnancı uğruna katleder, çalar, yakar yıkar ve vicdanını zerre kadar sorgulamaz. Kurşun asker güruhu olan cehalet ordusu sistemin ta kendisidir.
Nietzsche der ki:
''Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın... egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir..."
Günümüzden 322 yıl önce doğan bir filozofun (Montesquieu)söylediği sözün bugün de geçerliliğini sürdürmesi hayli ilginç!
“Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir"
Veı şöyle devam ediyor filozof;
“... Halkın içinden on beş kişiyi seçmeyi akıl ediyoruz, sonra en önemli davamızı tutup bilgisizliğin, adaletsizliğin ve kararsızlığın anası olan halkın oyuna bırakıyoruz. Akıllı bir insanın, hayatını düşüncesiz bir sürünün oyuna bırakması, akıl karı mı?”
“... Halk öyle şaşkın, öyle başıboş bir kılavuzdur ki, ne kadar zeki, ne kadar becerikli olsak adımlarımızı ona uyduramayız. Her kafadan çıkan bütün o karmakarışık sesler, bizi dört bir yana sürükleyen o aba sözler, fikirler arasında doğru yolu bulmak olacak iş değildir. Bu kadar kararsız, serseri bir varlığı kendimize kılavuz saymayalım..."
Biz Dünya standartlarındaki okur yazarlık oranımız ,entelektüel yapımız ,laik ve demokratik dünya görüşümüz ve çağdaş aile yapımız ile cahil bir toplum olmadığımızı düşünebiliriz. Ama bazen seçimlerimizle ortaya çıkan tablo hiç de böyle olmadığımızı Montaigne ve Nietzsche’ nin haklı olduğunu gösterebilir.
Platon'un Devlet'inden bir pasajı da gözden kaçırmamak gerek;
''Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.
Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.''
Yani cahili öv okşa sana istediğini sorgulamadan versin. Acı acına kölen olsun. Bugün uygulanan yöntemde bu; Ne dünyanın nede ülkenin iyiliği umurlarında değil.
Ve Alexis de Tocqueville ise şöyle dikkat çekici bir vurgulama yapıyor;
"Demokrasi' ve 'demokratik devlet' kavramlarının kullanımı konusunda büyük bir eksiklik vardır. Bu kelimeler açıkça tanımlanmadıkça ve anlamları üzerinde uzlaşılmadıkça insanlar bu anlam karmaşası üzerinde yaşamaya devam edeceklerdir ve bu tartışmalar demogoji yapanların ve despotların işine yarayacaktır.”
ABD'li psikolog Maslowun ihtiyaçlar teorisine göre İnsan kendini birilerine ait hissettirmek isterken, birilerinin yada bir şeylerinde kendine ait olmasını hissetmek ister. Bu bir topluluk grup olabildiği gibi nesnesel şeylerde olabilir ve bu ihtiyaç daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme olarak zaman içinde devam eder. Bu duygu zaman içerisinde büyür gelişir özelliklerde bunu bir makam için düşünürsek bu makamı elinde bulunduranlar için bu duygu daha da hızlı gelişir .
Bir makamda 5 ,10 15 yıllar kalanlarda bu aidiyet duygusu o kadar artar ki artık bulunduğu makam dolayısı ile sahip olduğu tüm eşyalar ona ait olur.Makamındaki Televizyonu, Arabası ,Bilgisayarı, koltuğu ,sandalyesi, masası artık ona aittir ve bırakıp gitmek istemez aynen evindeki kendi eşyaları gibi sahiplenir.
“Yüksek mevkilerde sağduyuya az rastlanır.” derken bir filozof bir diğeri Peter Ustinov’un uyarısı oldukça dikkat çekici:
"Bir başbakan sahneye çıksa ve soytarılık yapmaya kalksa yarım dakikada foyası ortaya çıkar, fakat bir soytarı kimseye hissettirmeden yıllarca başbakan koltuğunda oturabilir."
Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin sözüyle noktalayalım makalemizi;
"Bilgisizlerin geçtikleri mevkiye yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir araya gelse yapamaz."
Jan Paçal
