top of page

Bir rüya ile başladı her şey

Bir rüya ile başladı her şey…

Hayaller denizinin ucuna bir uçurtma bağlamıştım,  dipsiz idi ama uçtu.

 

Hepsi gibi sende bir hülya idin  yinede oturup yazdım, korkmadan saçmaladım.

Sayıklama idi hepsi birer sayıklama.

Uçurumun kenarında durmuş, uzun kara saçlarını rüzgara vermiş, gözlerini engine dikmiş kadın bir savaşçıydı rüyamdaki. Yanına ulaşıp ne yaptığını sorduğumda bana dönüp bakmadan, “Git” demişti. Yinede görmüştüm gözlerini, içinden kopan fırtınayı hissetmiştim, dediğini yaptım ve döndüm arkamı gittim…

 

Özlemiştim Ankara sokaklarını, dostlarla içmeyi, çocukluğuma geri dönmeyi; Ankara’yı biraz olsun rahatsız etme istediği de vardı içimde; nede olsa ilk punkları değil miydik Başkentin üstelik kendimizi Heavy Metalci atfederek.

 

Çiftçilerimizin dayanağı arpanın suyunu da fazla kaçırınca aklım fikrim ve de zikrim rüyamdaki savaşçıya yöneldi. Nede güzeldi uyanıkken gördüğüm bu rüya. Peki  reele dökmek için ne lazımdı, biraz cesaret. Cesareti nereden bulacaktım? Her yorgun ve de yılgın savaşçı gibi arpa suyunda. Tabi ki fazla kaçırdım. Ey Ankara her zaman yaptığın gibi neden durdurmadın beni, bu kez neden “dur” demedin.

 

Suçu Ankara’ya atmak mı? Haşa; belki de birazını paylaşmak. Hani kaş yapayım derken göz çıkarmak… Hani anlatamamak, anlatmaya çalışırken daha da batmak. Üstelik kendi hazırladığım bataklıkta utanç içinde yok olmaya çalışmak.

 

Savaşçılar dergâhında su verilmez miydi çeliğe? Çelik öldürmek için değil sürtmek için değil miydi ruhlara? Kendi öğretilerinin yanından geçememek duygularına esir olmak ve kaybetmek, neydi, niyeydi? …

 

Ey Ankara her şeye rağmen seviyorum seni… Hoş geldin demedin ama ben hoş buldum.

 

Rüyamdaydı işte, kılıçlarımızı aynı düşmana sallar iken bu yetersizdi. Yan yana omuz omuza olmak gerekliydi. Gözyaşlarımızın birbirine karışması şarttı sanki… Oysa uzakta iken her şey daha güzel değil miydi? Bilmek neden bu kez yeterli gelmemişti?

 

Beceremedim Ankara,  O savaşçı kadına anlamlı bir cümle kuramayacak kadar uzak mıydım kendimden? Evet uzaktım, henüz saramadığım yaralarımdan oluk gibi akan kan, yeni bir savaşa giremeyecek kadar güçsüz kıldığım benliğim. İlk kez yenildim, kendi kendimi gömdüm.

 

Bir kez daha kaybettim Ankara, kılıcımı senin sokaklarında bir köşede bıraktım, teşekkür ederim.

 

Biraz önce…

 

O rüya ile başlamıştı demiştim ya her şey… Ve o her şey birde karara bilir mi? Evet, olur… İşte o anda güçlü savaşçılar için bir aydınlanma ağı daha gelir. Ölürken dirilmek savaşların en zorudur çünkü.

 

Hani O kız bana “git” demişti… Ya. …Bende tek bir soru sormadan gitmiştim. Sadece bir an gözlerine bakıp…

 

O anda yapmam kaçınılmaz olsaydı ne mi sorardım, kara saçlı kıza?

 

“Kaç zaman daha bekleyeceğiz, kaç çağı aşacağız ki bir araya geleceğiz” mi?

 

Cevabını alamayacağım bir soru olurdu bu. Kafasını bu soru için çevirmeye bile tenezzül etmezdi. Ama ben O’nun sözünü dinleyerek, gözlerini görme şansı bulmuş ve en büyük savaşın daha yeni başladığını anlamıştım. Herkes kendi cephesinde savaşacaktı.

 

Savaşçılar Dergâhı’nda su verilir çeliğe
Çelik öldürmek için değil sürtmek içindir ruhlara



Bir kızın kara gözlerinden çıkıp yeniden savaş meydanında bulmak çekilmez bir durum yaratmaz mı savaşçılar için. Bu durum sadece Barbarlar ve Amazonlar için geçerli değildir. Onlar “Tanrılarına Asla Ağlamamış Ve Tek Bir Şey Bile İstememişlerin Soyu”ndan gelen savaşçılar değiller mi idi zaten.

 

“Sistemin uşağı olmayı kabullenmiş ve de evrenin patronu olduklarını sanan zavallılar arasında dünyada aşkı bulmak çok mu kolay " diye bağırdığında bir Işık Savaşçısı, maruz görün, buda zaten sizin dertlerinizden biri değil mi?

Sizce …?

Bizce mi?

 

Kaos denizinde yüzmekte ısrar ederken insanlar, paradoks kıyılarına canını atan kurtarıyor. Sırada ki devinime çoktan hazırlanmaya başlamış bile bazıları… Işık Savaşçıları Metafor’u hissetmiş önceden. Yinede  böyle aşktan meşkten sorularla sorunlarla uğraşıyoruz. Gözler kalbi delmesin

bir kez.

Aşkların ekonomi duvarlarının altında ezildiği, birçok yerde de rezil edildiği, sevginin yok edildiği bu çağ kalıntısının sonuna doğru aradığımız cevaplardan en basiti bu olsa keşke.

 

“Şeytanın silahları şeytana karşı kullanılacak” derken bilenen öfkemize dur demek isterken birde kalp ağrıları aşk sancıları mide bulantıları ve de kaşıntıları ile uğraşmak.

 

“İnsanız kardeşim” demek isterken diyememek gibi. Neden diyememek? İnsanlara bakınca canlı yaşamlarından utanmak, yinede onlarla aynı isimle anılmak, “İnsan”

 

“İnsan olmak ne kadar zor anne” diye bağırmıştı ya küçük çocuk. Annesi de susup kalmıştı hani.  İnsan olmak kendi türüne bile saygı göstermemek demekti çocuk için. Farkındaydı kitle iletişim araçlarından akan nefretin ve de soysuzluğun. Sokakların dahi farkındaydı, kavganın dövüşün. Farkındaydı köle tacirlerinin, sözde efendilerin. Farkındaydı Tanrının çocuklarına olan küskünlüğünün. Farkındaydı çok farkında…

 

Bu kadar kararmış iken her şey sadece aşk ışıtacak her şeyi ve her yeri. Aşk…

 

“Git” demişti ya hani bana o Amazon. İşte buralara kadar gelebildim. Niyetim devam etmek yola her zaman olduğu gibi, durmaksızın kılıç sallamak, kötülüğün kanatlarına bir darbe daha indirmek.

 

Kendi içimdeki kötülüğü mü soruyorsun şimdi birde utanarak. Sordun madem işte cevabım.

 

Aşkla eziyordum, Ben onu sevgiyle sarıyordum, İçimde bana ait olan kötülük sadece bana zarar veriyordu, Sana değil, Sizlere değil.  Sadece bana…

 

Soysuzlar gibi savaşıyor artık erkekler, er meydanlarının olmadığı gibi cenk meydanları da yok artık. Sivillerden uzakta değil çoluğun çocuğun kadının annenin dedelerin tam ortasında veriyorlar şuursuz savaşlarını.  Daha doğmamış çocuklar katledilirken Tanrılarına bir kez daha ihanet ediyorlar.

 

"İnsanlık zavallı bir yaşam formu" diyor artık melekler, şeytan haklı çıkmanın kıvancıyla dans ediyor ; Belki yeniden baş melek olacak ….

 

Vicdan İmparatorluğu’na gidiyorum ben kadın. “Git” demiştin ya sadece İşte ben en uzakta olana, en inanılmaz olana yürüyordum, Bu kez seni gerçekten gördüğümde biraz mola vermek istemiştim belki uzunca uzanıp dinlenmek. Uzun saçlarının arasında kendimi kaybetmek. Akmak biraz senin damarlarında, yol almak. Kanlı yüreğimi bir kez olsun nadasa bırakmak. “Git” demiştin,  Sanki bana bir şey olmazmış gibi. Sanki taşlarda bir gün çatlamazmış gibi. Kayalar parçalanıp toprağa karışmaz gibi…

 

Savaşçılar Dergâhı’nda su verilen çelik sanki küsmezmiş gibi bize.

Küsmeye hakkımız yok mu diyorsun? Hem de hiçbir şeye. Mazeretlere olan meylimiz mi yaralıyor savaşçı yüreğini. Haklısın desem hangi duyguları verirdin bana.

 

İşte seni durduran ve kanını donduran sorum bu.  Söyle hangi duygularla donanma mı isterdin?  Hangisi bende olup da sana fazla gelen?

Sende gelmeyecek misin benimle Vicdan İmparatorluğu’na.

 

Cevabın suskunluk mu? Peki, öyle olsun.  İmparatorluğun yolunu kendin mi bulmak istiyorsun. Düşmanların hepsini kendime ayırıp, kılıcının kınında paslanmasından mı korkuyorsun? Hani hiç yardıma ihtiyacın yokken tutmuştum ya elini ve uçurmuştum menzile seni…

 

Yitik Savaşçılar Çağı’ndan bir haber gelmiş, desem? İlgini çeker mi?

 

Yitik Savaşçılar en çok aşkı özlemiş desem, inanması zor mu gelir?

 

Kayıp Savaşçılarda bize katılacaklar desem, gölgelerde kalıp görünmez bir şekilde kılıçlarını bizimle sallayacaklar desem… Desem ki bizde yitip gitmeden önce aşkla gömsek kendimizi.  Anlar mısın?

 

Çelik kadar naif, gökyüzü kadarda sertsin. Bir barbar kadar da suskun, Sen ne güzel bir kadınsın.

 

Savaşçı ruhların hepsi toplanmış sana “yuh” çekiyor desem; Utanmak mı? Utandım ben sana karşı zaten… Yaptığım ve de hiçbir şey olan şeyden.  Ne ilginçtir ki benim yaptığım hata sana güç verecek. Yeniden göreceksin kendini. Kendi gözlerinin içine bakıp benimkileri arayacaksın.

 

Ama…

 

Aması yine çok uzakta olacağım ben, kalbinden tam bir adım ötede.

 

Gülme.

 

Hızlı yürürüm ben yetişemezsin. Bir adım bir bakmışsın kilometreler olmuş. Yetişmek isterken koşman gerekecek, hatta uçman. Sahi uçmayı öğrenmiş miydin sen?

 

Hep kalbinin en derininde olmam mı sana güç veren. Çekip çıkartırsan beni oradan güçsüz mü kalacaksın sen?  Bazen o kadar karanlık ki orası, yüküm o kadar ağır ki orada, kılıcım o kadar kör ki karanlığında. Hani “isyan” çıkmıştı da o kör karanlığında düğün bayram bile olmamıştı.

 

Hani bir gün seni havalara atıp tutmuştum. Gülen yüzüne bakıp gene söyleyememiştim.  Anlamadın mı hala, sana anlatmak isterken gücüm tükeniyor, yüreğim sökülüyor, dilim tutuluyor. Oysa bu anlamsız durumu sadece seninle yaşıyorum ben. Sana anlatamıyorum. Yüreğimle değil ama sen karşımda iken kelimeler ile savaşıyorum.

 

Ve sende çok iyi biliyorsun ki kendinden önce ben yenildim sana.

 

Sokakta önümde yürüyen amcalardan duymuştum. Şöyle diyordu daha yaşlı olan “Yenilmek yenmenin yarısıdır” Diğeri de devam ediyordu, “Kazanılmış bir zaferin yarısı da yenilgidir”

 

Bu iki cümle yetmişti bana. Durup kalmıştım, kalbimde esen fırtınayı boraya dönüştürmüştü amcalar. Alabora olmuştum gündüz vakti, beton zemine çakılı kalan ayaklarımla da uğraşmam gerekmişti. Yanımdan bir sürü insan geçiyor ben hala duruyordum. Gözlerim sadece bir noktaya kenetli bekliyordum. Bana garip garip bakanlara diyordum ki, biraz önce ne öğrendim bir bilseniz, sizde kalır mıydınız benim gibi böyle sokak ortasında.

 

Savaşlarıma katık yaptım seni kadın, aklıma su kanalları açtım seninle, fikrime sus payı vermeyi öğrendim. Uzlaşmayı öğrenmeye çalışıyorum hala; Öylesine zor ki uzlaşmak, teslim olacakmışım gibi geliyor, içim acımaktan öte yanıyor.  Şah damarım bir zonkluyor ki sorma.

 

Rüya içinde hülyalar yaşıyorum bazen kadın. Bana “Git” dediğin andan beri, uçurtmalar taktığım hayallerimin hepsinin ama hem de hepsinin ipini kopardım. Hiçbir yere bağlı değiller artık ve de tek istekleri rüzgâr olacak, hafif esintilerde süzülüp fırtınalarda yükselecekler. Ve bir gün tıpkı seninde yapacağın gibi bana dönecekler.

 

Sana anlatabilme becerimi sonuna kadar kullanmak istiyorum. Çünkü bazen anlatamıyorum hissine kapılıp batıyorum. Konuşuyorum daha çok konuşuyorum, işte o zaman amaçsız kalıyor her şey.

 

Rüyama girmemeliydin kadın. O uçurumun kenarında durmamalıydın kadın. Bana kendimi sorgulatmamalıydın kadın.

 

Söylemiştim ya daha önce ben zaten sana yenildim.

Bana kızıyorsun da kadın.

Senin durduğun uçurum kenarı benimkinden çok mu alçak.

 

Yani anlatmak istediğim, saniyelerin bile önemi kaybolmuş iken... Neden bana kızıyorsun ki. Ana Erkil Toplum’un düsturu olarak.

 

Kızmak hoşunuza gidiyor değil mi?

En az sevmek kadar.

Hatırla…

Başla.

Düşünmekte misin?

Özgürlükmüş …

 

Tavuğun yumurtadan çıkma özgürlüğü mü? Yumurtanın tavuktan çıkma özgürlüğü mü?

 

Hangisi…

Lütfen söyler misin?

Cevap ver?

Bakma öyle…

 

Düşünceler ırmağında gezerken küreğini vurduğun dalgaları iyi seç.

 

Biliyorum kafandakileri... Çok basit şeyler için ne kadar büyük bir mücadele verdiğimizi sorguluyorsun. Anlamak istiyorsun.

 

Gel biraz daha derine inelim.

Düşüncelerin artık hiç rahatsız etmediği hatta geçelim. 

 

Tamam mı?

 

Asla hiçbir şey tamam olmaz mı?

Jan Paçal

 

bottom of page