top of page

Anti Paralel Tanrı

Düşüncelerin keskinleştiği, fikirlerin çürüdüğü, kusma istediği ile uyandığımız günlerden biri daha.

 

Yok oluşu zevkle ve şevkle kabullenmiş koskoca bir kitleye hiçbir şey anlatamayacağımızı, gerçeği deliller ve belgeler ile önlerine sersek dahi fikirlerini değiştiremeyeceğimizi kabullenmemiz gereken günlerin başlangıcı...

 

İyi ile kötüyü ayırt edemeyecek hale gelmiş kan sevici bu güruhu farklı bir şekilde düşündük mü hiç?

 

Sözde intikam peşinde koşan yağ tabakasının üzerine çıkmış bu minik kitlenin ve arkasından hipnotize ederek sürüklediği  balçık kalabalığın karşına Tanrı gerçekten çıksa, inanırlar mı sizce? Gökten inse,


 "Hey ne yapıyorsunuz" dese;

Durup düşünürler mi?
Hayır.


Utanıp sıkılırlar mı?
Hayır.


Af dileyip secde ederler mi?
Hayır.

 

Tanrıyı taşlarlar.

 

"Size öldürmeyin yaşama saygı duyun  demedim mi? Dese...

"Benimle aranıza kimseyi sokmayın  demedim mi? Dese...

"Kul hakkı yemeyin demedim mi? Dese...

"Kötülük etmeyin demedim mi? Dese...

"Ne tanrısı" der tınlamazlar bile.

Rüşvet bile isterler belki utanmadan.

O halde söz konusu olan ne Tanrı nede öğretileri.

 

Söz konusu, Tanrıya  sözde Tanrıları ile saldıranlar ve dünyamızı cehenneme çevirenler.
Söz konusu olan, "Şeytanın silahları şeytana karşı kullanılacak" diyen ama bunun tam tersinin imkansız olduğunu yani, "Tanrıya tanrının silahları" ile saldırılabileceğini hiç düşünmeyen düşünse bile imkansız deyip geçenler.

 

Dünya'nın taşıdığı insancıl değerlerin düşmanı olan bu insanımsıları iki ayaklı iki kollu görüp kendimize nasılda benzetmişiz. Bu yanılgı içinde geçen binyıllar boyunca biz zayıflarken onlar semirmiş, biz sayıca azalırken onlar azıtmış.

 

Ufacık bir pohpohlanma ile kendilerini dünyanın hakimi sanan, Tanrıyı bir avuç suda eritip aspirin niyetine içip, yaşanan tüm soysuzlukların arkasında duran kitlenin kurtarılamaz hale gelmiş ruhları için gözyaşı bile dökülmeyeceği gerçeği ile karşılaşacağımız  yeni  bir dünyanın başlangıcı.

 

Doğru ile yanlışın arasında kalıp, sıkışıp, kendi sorgulamalarımızın arasında kaldığımız gün batımlarından biri daha.

 

Her şeyi bilenlerin dayatmaları arasında ölen insanlığın yarattığı mezarlıkta ettiğimiz bedduaların verdiği tiksinti ile...

 

Her şeyi bilip her şeyi doğru yaşayanların arasında kalan biz eğriler ile...

 

Dolambaçlı ve dolaplı hayatların ortasında salakça dosdoğru ve de eğilmeden verdiğimiz mücadele ile...

 

 Ruhlarından pislik saçılan iki ayaklı yaşam formları kadar değer taşımadığımız ve de taşımayacağımız gerçeği ile yüzleşerek, iyiliklerimiz nasıl karanlık sularda kötülük haline geldiğini tadarak  sonun kıyılarında yeniden bir başlangıç yapma gücü ile verdiğimiz mücadelede hiçliğin piç mertebesinde sanki  Tantolos  Kayalığını sırtımızda taşıdık ve taşıyoruz hala.

 

Anlaşıldık, anlaşılamadık, anlattık, anlatamadık, sonuçta baka kaldık.

 

Ver sonunda anladık ki dünyamıza ait olmayan bu iki ayaklı yaşam formları sadece ülkemizde değil tüm yerkürede büyük bir istilanın neferleri.  İstila öylesine büyük ve yaygınlaşmış durumdaki köşeye sıkışan insanlık çaresiz mi artık?

 

Bindiğimiz dalı biz kestik onlarda ağacı yok ettiler, farkında mıyız artık?

 

Çareler tükenmiş mi?

 

Hayır?

 

Çare kabullenmekte.

 

Çare bu soysuzların ve takipçilerinin köşeye sıkıştırmak için durup beklemekte. Her ay ödenen üç kuruş maaşlara, ölmeye yakın emeklilik adı altında sunulan her şeye hayır deyip durup beklemekte. Oluşturulan köle ordusundan istifa edip, yeni minik sistemlerimizi yaratmakta.  Satılık ruhların arasından birer birer sıyrılmakta çare. Tüm dünyanın topyekun "Dur" diyebilmesinde çare.

 

Bu yaşam formlarını önce içimizden sonra çevremizden istifra etmekte, kusmakta çare. Bunları yapınca şu an olduğundan daha mı çok acı çekeceğiz, daha mı aç kalacağız, daha mı çok öleceğiz?

 

Tün bunları yaparsak ellerinde kırbaçları ile mi gelecekler, zaten tankları tüfekleri ile sırtımızda değiller mi? Çare kendimiz için yaptığımızı sandığımız şeyleri aslında onlar için yaptığımızın farkına varmakta. Çare bizler ölene kadar önümüze atılan yemlikten kafamızı çıkartıp şöyle bir bakmakta,  önümüze kemirmemiz için atılan kemikleri tepmekte, gerçekleri global olarak görebilmekte çare. Milliyetsiz, dinsiz, dilsiz hep beraber "Yeter artık" diyebilmekte...

 

Çare özgürlük için mücadele vermekte, ekmek için siyaset için tepinmekte değil.

 

Kolay mı?

 

Hayır.

 

İlk aldığın nefes kadar zor, vereceğin son nefes kadar kolay.

 

Çare, oynanan oyunun yönünü tersine çevirmekte.
İnadına direnip tepinmekte.

 

Çare kötürüm kalmış bu beyinleri taşıyan ruhları kendi yok oluşlarına itelemekte.

.. 

Jan Paçal

bottom of page